top of page

Çığlık: Edvard Munch ve Modern Anksiyetenin Yüzü


Edward Munch- Scream
Edward Munch- Scream

Edvard Munch’un 1893 tarihli Çığlık (The Scream) adlı tablosu, modern insanın ruhsal çöküntüsünü simgeleştiren en çarpıcı sanat eserlerinden biridir. Bugün her yerde karşımıza çıkan bu ikon, aslında yalnızca bir insan figürünü değil, evrensel bir duyguyu temsil eder: varoluşsal korku. Eserdeki figürün yüzü bir maskeye benzer, elleri kulaklarındadır, ağzı açık gibi görünür ama bağırmaz. Bu, doğanın içinden geçen bir çığlıktan korunmaya çalışan bir varlıktır. Sessizlikte yankılanan bir korku anıdır bu. Çığlık, figürün ağzından değil; gökyüzünden, zeminden, doğanın kendisinden gelir.


Munch’un bu eseri üretmesinin ardında çok kişisel bir deneyim vardır. 1892 yılında Oslo yakınlarında yürürken gökyüzünün aniden kırmızıya döndüğünü, bir fiyordun üzerinde siyahın ağırlıkla çöktüğünü, doğadan bir çığlık yükseldiğini hissettiğini yazar. Bu an, yalnızca görsel bir izlenim değil, bir panik atağın, ani bir varoluşsal kırılmanın dışavurumudur. Munch, bunu yalnızca renklerle ve formlarla aktarmaz; aynı zamanda doğayı bir ruh hâli olarak betimler. Gökyüzü gerçekçi değildir; dalgalar gibi kıvrılır. Yol düz değildir; sanki zemin de titreşir. Perspektif bozulmuştur, çünkü bakış artık dış dünyaya değil, içe dönmüştür.


Çığlık, Munch’un "Yaşam Frizi" (Frieze of Life) adını verdiği bir dizi tablonun parçasıdır. Bu seri; aşk, ölüm, korku, kaygı ve insan ilişkileri gibi temel varoluşsal temaları işler. Munch'un amacı doğayı dışardan gözlemlemek değil, onunla bütünleşerek iç dünyanın kırılganlığını ortaya koymaktır. Bu yüzden figürün biçimi bozulmuş, doğanın akışına kapılmıştır. Buradaki çığlık aslında doğaya karşı bir tepki değil; doğanın insanın içine çöktüğü bir andır.


Eserdeki figür kimliksizdir. Kadın ya da erkek değildir. Yaşlı da değildir, çocuk da. Belki de insana bile tam olarak benzemez. Çünkü bir kişi değil, bir durumdur. Bir insanın içine çöken dehşetin, çevresiyle bağını yitirişinin, kalabalığın ortasında yalnızlaşmasının simgesidir. Figürün ardında yürüyen iki insan vardır ama onlarla bağlantısı kopmuştur. İzole edilmiştir, yalnız kalmıştır ve doğayla bir başına yüzleşmektedir.


Munch, bu temayı yalnızca bir kez çalışmamıştır. Farklı tekniklerle dört ayrı versiyon üretmiştir: 1893 tarihli pastel ve yağlıboya versiyonlar, ardından 1895’te pastel olarak yaptığı ve 2012’de müzayedede yaklaşık 120 milyon dolara satılan versiyon, son olarak da 1910’da yaptığı tempera çalışma. Ayrıca bu kompozisyonun litografi baskı versiyonu da vardır. Her bir varyasyon, farklı detaylar barındırır ama duygunun yoğunluğu değişmez. Munch’un amacı teknik değil duygudur; boya türü değil iç basınçtır.


Eser yalnızca sanat dünyasında değil, kültürel ve ticari alanda da büyük yankı uyandırmıştır. 1994 ve 2004 yıllarında iki farklı versiyonu çalınmış, sonra tekrar bulunmuştur. Eserin bu kadar değerli oluşu, onun yalnızca bir tablo değil, çağımızın ruh hâlini taşıyan bir belge olmasından kaynaklanır. Norveç Ulusal Müzesi’ndeki versiyonun sol üst köşesinde, kurşun kalemle yazılmış bir cümle bulunur: “Sadece deli bir adam yapmış olabilir.” İlk başta bir ziyaretçi notu sanılsa da daha sonra Munch’un kendi el yazısı olduğu tespit edilmiştir. Munch’un akıl sağlığına dair korkuları olduğu ve kız kardeşi Laura’nın psikolojik rahatsızlığının da bu korkuyu beslediği bilinir.


Bu versiyonlardan birinde Munch, figürün sınırını bir çitle ayırır. Bu çit, düzenli ve akılcı dünyanın temsili gibidir. Arkadaki iki adam net ve erkeksi bir biçimde çizilmişken, ön plandaki figür, doğanın akışına kapılmış, cinsiyetsiz ve kişiliksiz bir varlığa dönüşmüştür. İnsan doğayla bütünleştiğinde bireysellik erir. Munch bu noktada, art nouveau’nun kıvrımlı çizgilerini kullanarak figürü bilerek bozar. Figür artık sadece Munch’un değil, herkesin içindeki kırılganlığın bir temsilidir. Kimliksizdir çünkü evrenseldir.


Bugün Çığlık, popüler kültürde bir simgeye dönüşmüş durumda. Emojilerde, film sahnelerinde, tişörtlerde, duvar yazılarında, galerilerde... Bu kadar yaygınlaşması, anlamını kaybettirmemiştir. Aksine, her tekrar üretimde o ilk çığlık yeniden yankılanır. Çünkü anlatılan bireysel bir korku değildir. Herkesin içinde bir yerde titreşen, kelimelere dökülmeyen o gerilimdir.

Edvard Munch’un Çığlık’ı, tuvale yalnızca renkleri değil, iç dünyasını da kazıdığı bir çalışmadır. Ne tam anlamıyla bir tablo ne de sadece bir figürdür. O, doğanın, zihnin ve insanlık durumunun birleştiği, içe doğru açılan bir fırtınadır.


Şirket çalışanlarınızla entelektüel birikimi güçlendirmek, sanat üzerinden derin ve ilham verici bir yolculuğa çıkmak isterseniz, Urban Art’ın sanat tarihi seminerleri sizi bekliyor.


Kültürel farkındalık, estetik bakış ve düşünsel zenginlik kazandıran bu özel buluşmalar için bizimle iletişime geçin.

 
 
 

Yorumlar


bottom of page